top of page

Arama Sonuçları

Boş arama ile 19 sonuç bulundu

  • Çocuktum, Büyüdüm

    Çocuktum. Çocuk olunca bir şey anlamıyorsun, anlamdıramıyorsun.. Kimseye de anlatamadım. Ne olduğunu bilmiyordum ki anlatayım. Bir şey var! İyi gelmiyor, içimi kemiriyor, rahatsız ediyor. Ama kime ne denir, bu söylenecek bir şey mi bilmiyordum. O zaman bunu bilemezdim. Tabi bunu şimdilerde söylüyorum. O zamanlardan biraz büyüdüğüm vakit kendimi suçluyordum. Ben mi bir şey yaptım, açık mı giyindim diye bakınırdım üst başıma. Bir gün söylemeye yeltendim. -Abi sen neden gece uyanıktın? +Ne uyanığı, ne saçmalıyorsun? O diyalog ilk ve sondu. Ne öncesinde ne de sonrasında kimseye hiçbir şey söyleyemedim. Yıllarca sürdü bu durum. Bazen o kocaman elleri küçük bedenimin üzerinden geçiyor, bazen …. burası çok acı söylemesem olur mu? Çirkindi, kelime bulamıyorum. Adı istismarmış, cinsel tacizmiş. Çocukken ne yaşadığımı, yıllar geçtikten sonra öğrendim. Ve yıllarca neden söylemedim diye kendimi, beni koruyamadığı için annemi, görmedikleri için kardeşlerimi ve kendisine söyleme ihtimalimin aklımın ucundan bile geçiremediğim babamı suçladım. Hepimiz suçluyduk yıllar boyunca. Yalnızca o suçlu değildi. Nerede olsam o kişi övülüyor, seviliyor, özel kılınıyordu. Bunları gördükçe daha çok suçladım kendimi ve ailemi. Hayat bir şekilde geçiyordu ama sanki sürekli yeterince uyanık değil gibiydim. Ben eksik, hatalı, günahkar, suçluydum. Ölmek de mümkündü hatta bir ara. Büyüdüm. Yıllarca içimi kemiren o konu ilk defa dile döküldü. Hiç unutmuyorum o anı. Güvendiğim bir büyüğüme anlatabildim. Bir kusma haliydi. Hemen o hafta beni terapiye yönlendirdi. Bir yandan bir rahatlama bir yandan da kaygı ve korku içerisindeydim. Ya ailem duyarsa? Terapinin ilk seansındayım. Kendimi ilk defa görülmüş ve duyulmuş hissediyordum. O kadar ağladım ki seans odasında peçete kalmamıştır diye de endişelendim ki elimdeki kullanılmış peçeteyi idareli kullanmaya çalıştım. Beni dinledi, anladı, şefkatli gözlerle baktı bana. Yıllarca yaşadığım zorlukların sonuna gelmiştim. Terapi süreci uzun sürdü. Yolda neler neler çıktı. Anneme olan bağımlılığım, hep olmayacak partnerleri hayatıma çekmem, aşırı telafi edici davranışlarım, cinsel tacizin evet artık söyleyebiliyorum cinsel tacizin veya diğer travmalarımın sebep olduğu daha birçok olumsuz belirtilerim vardı. Bunlarla nasıl yaşanır bilmiyordum. Çok geriledim, çok bocaladım, olmuyor dedim ama hiçbir zaman mücadele etmeyi bırakmadım. Bir kere söylemişim, artık devamı gelmeliydi :) Şimdi cinsel istismar ile mücadele eden, ayakları üzerinde duran, sözünü sakınmayan yani konuşabilen bir kadın var bu hikayenin devamında. Öykümün, öykünüze ışık olması dileğiyle.

  • Çatlak mı?

    Leonard  Cohen’in "Bir çatlak var her şeyde, ışık işte böyle girer içeriye" sözünden çıkarımlarını çocuk yazarlarımızdan Öğrenci - Çocuk Yazar Belinay Akkoyun'dan okuyacağız.   Bir Çatlak "Bir çatlak var her şeyde, ışık işte böyle girer içeriye" sözünden bir sürü çıkarımlarda bulunabiliriz. Benim çıkarımım ise şu yönde: Her iyi bir şeyin ardında kötü bir şeyde vardır. Yani her şey kusursuz olamaz. Tabi bu çıkarımların doğrusu yanlışı olmaz. Herkesin kendisine ayrı çıkarımları olabilir. Benim çıkarımımdan farklı anlamlar çıkarılabilir.  Bunlardan bir tanesi ise insan: İnsanlar için olan anlamı şöyle, bazı insanları kusursuz olarak biliriz ama onların bile kusurları vardır. Her insan göründüğü gibi değildir. Yani her kusursuz şeyde bir çatlak vardır.  Diğer anlam ise iyilik: İyilikte de bazen birine iyilik yaptığımızı sanırız ama onu incitebiliriz. İyilik anlamında ki çatlak bazen iyilikten kötülüğe dönüşebilir. Yani bilmediğimiz şeye iyilik yapmamalıyız.  Benim çıkardığım anlamlar bu şekilde. Bundan daha fazla anlamlar çıkarılabilir.                Belinay AKKOYUN

  • Dünya Bekarlar Günü’ne Öteki Bakış

    "Dünya Bekarlar Günü"ne dair yazımı okumadan önce, insanın  bekar ya da evli fark etmeksizin  tek başına bir varlık olduğu  fakat yalnız olmadığı; yani bir öteki ile varlığını sürdürebileceği ve toplumun, toplumsalın bir parçası olmanın kıymetli olduğunu paylaşmak isterim.  Özetle; ister bekar olalım ister partnerimiz olsun; kendimizle, ötekiyle, toplumla daha ferah bir yaşam mümkün. Önemli olan Yaşamanın Dayanılmaz Hafifliği dir. Bu sefer de Bekarlar Günü'nü yazdım. Yazımda, bekarlığın yüceltilmediğini fakat toplumda yüceltilen evliliğe dair eleştirel ve geliştirici farklı bir bakış açısı sunmayı amaçladığımı belirtmek isterim. Keyifli okumalar :) Dünya Bekarlar Günü; modern toplumlardaki yalnızlık, özgürlük, ilişki normları ve bireysel kimlik arasındaki karmaşık dengeyi ele alan önemli bir gündür.  11 Kasım Dünya Bekarlar Günü olarak; yalnızca bekarların  kutladığı bir gün değil, aynı zamanda toplumsal normları ve bireysel kimlik  arayışını sorgulamanın bir  fırsatıdır. Bu yazı, bekar olmanın psikolojik etkileri, toplumsal algılar ve bu günün bireyler üzerindeki derin anlamlarını keşfetmeye çalışılacak . Dünya Bekarlar Günü Nedir? Dünya Bekarlar Günü,  ilk bakışta eğlenceli bir alışveriş etkinliği gibi görünse de, aslında çok daha derin bir anlam taşıyan bir kutlama günüdür. Yalnızca bireylerin bekar olmayı kutladığı bir gün olarak değil, aynı zamanda bekar olmanın sunduğu özgürlüğü ve sorumluluğu anlamlandırma fırsatı sunar. Bekarlar Günü'nün Doğuşu ve Kültürel Temelleri Çin’de 1990’larda, gençlerin toplumsal baskılardan uzaklaşarak kendi kimliklerini kutlamak amacıyla başlattığı bir gelenekle şekillenen Bekarlar Günü,  zamanla küresel bir olguya dönüşmüştür. Ancak bu günün yükselen popülaritesiyle birlikte, yalnızlık ve toplumun bekar olana yüklediği anlamlar arasındaki gerilim de büyümüştür. Bekarlık, tek başına var olmanın ve kimlik oluşturmanın zorluğunu ancak aynı zamanda bu sürecin özgürlüğünü de içerir. 1 Kasım: Tarihin Anlamı ve Simgeselliği 11 Kasım,  yalnızca bir tarihsel anlam taşımaz, aynı zamanda bireyselliği simgeleyen bir gündür. Bu gün de bekar olanlar, yalnızca fiziksel olarak tek başına olmanın ötesine geçerler; bu gün, bir kimlik arayışı, varoluşsal bir özgürlük manifestosudur.   11’in sayısı, bireyselliği ve tek olmayı simgeler ancak aynı zamanda bunun getirdiği yalnızlık ve hüzünle yüzleşmek  zorunda kalırız. Bu kutlama, yalnızca sevinçle değil, aynı zamanda içsel bir sorgulama ve kimlik arayışıyla da ilişkilidir. Bekarlar Günü'nün Küresel Kutlanışı ve Popülerliği Dünya Bekarlar Günü; sadece bir eğlence değil, aynı zamanda bireysel kimlikleri kutlamanın, ilişkilerin toplumsal normlarına karşı durmanın ve yalnızlıkla barışmanın  bir yolu haline gelmiştir. Her yıl, küresel çapta bu gün kutlanırken, yalnızca bekarların değil, ilişkilerin, toplumun ve hatta bireysel benliğin anlamı  sorgulanır. Çin'de Başlayıp Dünyaya Yayılan Bir Gelenek Çin’de başlayan bu gelenek, yalnızca alışveriş çılgınlığına  dönüşmekle kalmamış, aynı zamanda toplumsal normların, bireysel seçimlere olan etkisini gözler önüne sermiştir. 11 Kasım’ı kutlamak, bekar olmanın tek başına bir eksiklik olmadığını, aksine bireysel gücün ve kimliğin bir kutlaması olduğunu hatırlatır. Burada önemli olan, yalnızca ticaretin büyümesi değil, bekarların içsel olarak bu günü kendilerine ait bir kutlama olarak sahiplenmesidir. Bekarlar Günü ve Ticaretin Büyümesi: Alışveriş Çılgınlığı Bekarlar Günü’nün ticari boyutu , kültürel anlamını aşarak küresel çapta büyük bir ekonomik hareketlilik  yaratmıştır. Ancak burada dikkat edilmesi gereken nokta, alışverişin yalnızca bekarların  dış dünyaya karşı olan gözlemlerinin ve içsel boşluklarının bir yansıması olarak görünebileceğidir. Ticaret, bireylerin kendilerini değerli hissetmek için dışsal doğrulama arayışını kolaylaştıran bir araç haline gelmiştir. Psikolojik Açıdan Bekar Olmak ve Bu Günü Kutlamanın Önemi Bekarlar Günü, bireylerin yalnızlıkla barışmasının, kendi kimliklerini tanımalarının ve toplumsal baskılara karşı durmalarının psikolojik bir yansımasıdır. Bu gün, bekar bireyler için yalnızca dışarıdan bir kutlama değil, içsel bir kabul ve varoluşsal bir anlam kazanma sürecidir. Toplumun Bekârlığa Yüklediği Anlamlar Bekârlık, tarihsel olarak toplumsal bir "eksiklik" olarak görülmüş ve bireyler, ilişkili olmadan "tam" hissetmekte zorlanmışlardır. Ancak dünya değiştikçe, bekar olmanın ne kadar güçlü bir kimlik olduğunu anlamak  ve kutlamak önemlidir. Bu gün, yalnızca bir çiftin parçası olmanın ne kadar değerli olduğu değil, tek başına var olmanın ve kendi kimliğini yaratmanın gücünü de vurgulanır. Bekarlar Günü'nün Öz-Saygı ve Öz-Bilinç Üzerindeki Etkileri Toplumun bekar olana yüklediği anlamları aşmak, bireyler için zor bir süreç olabilir. Ancak Bekarlar Günü, bu önyargıları sorgulama fırsatı sunar. Öz-saygı, öz-bilinç ve bağımsızlık, yalnızca ilişkilerde değil, kişinin kendi içsel değerini fark etmesiyle gelişir. Bu gün, bekar olan kişilerin yalnızlıkla yüzleşmelerine, kendilerini değerli hissetmelerine ve içsel özgürlüklerini kutlamalarına olanak tanır. Bekarlar Günü'nde Kendini Kutlamanın Yolları Kendini kutlamak, sadece bir etkinlik ya da alışveriş yapmakla sınırlı değildir. Gerçekten bekar olmanın anlamını derinlemesine keşfetmek, kendi değerini kutlamak ve özgürlüğün tadını çıkarmak, aslında bir iç yolculuk gerektirir.  Kendine Zaman Ayırmanın Psikolojik Yararları Bir psikoterapist olarak, bekarların kendilerine zaman ayırmalarının ne kadar kıymetli olduğunu gözlemliyorum. Kendi başına geçirilen zaman, bireylerin içsel dünyalarına dönmelerini, kendilerini daha iyi anlamalarını ve duygusal ihtiyaçlarını keşfetmelerini sağlar. Bu gün 5 dakika bile olsa kendinle vakit geçirmen; kendinle olan temasını güçlendirecektir. Kendinle sessiz kalabilir, doğada vakit geçirebilir, meditasyon yapabilir, namaz kılabilir, spor yapabilir, kitap okuyabilir veya biliyor musun hiçbir şey yapmayabilirsin. Yani bu gün kendin için güzel bir adım atma zamanı. Küçük Jestlerle Kendini Şımartma Fikirleri Kendini şımartmak,  yalnızca alışveriş yapmaktan daha fazlasıdır. Bir bireyin kendine olan sevgisi, küçük ama anlamlı jestlerle pekişir.  Belki sevilen bir kitabı okumak, bir gün batımını veya yağmuru izlemek ya da bir spa günü düzenlemek… Bu tür zevkler, içsel huzuru pekiştirmek ve bekar olmanın sunduğu özgürlüğü kutlamak için harika yollar olabilir.  Son olarak; Dünya Bekarlar Günü aracılığıyla  ‘Bekar Olana Zorbalık Yapma’ sözüyle sonlandırmak istiyorum. Yani bekarlığın ötekileştirilmediği günlere.. Unutmayalım ki her insanın ihtiyacı birbirinden farklıdır. Profesyonel destek almak istersen de 15 dakikalık   ücretsiz öngörüşme  randevunu hemen oluştur. Yarın değil bugün görüşme üzere.

  • Sevgisizlik Üzerine

    Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam kitabında ‘galiba babam sevgisizlik borcunu bana parayla ödüyordu’ diyor. Kızılcık Şerbet’i dizisinde de Mustafa; ‘bana yapılanlara ben yıllarca sustum, babamdır dedim, adam karşıma geçmiş şirket evladımdır diyor sevmiyor beni’ diyor. Şu hayatta her şey sevgisizlikten kaynaklanıyor desem, abartmış olur muyum? Hani insanın iç çektiği, göğsünde bir ağırlık hissettiği, düşünceler içinde kaybolduğu anlar vardır ya; işte, sevgisizliğin en derin hali böyle zamanlarda ortaya çıkar. Birde bunun bedende yansıması var. Saçlarının dökülmesi, bedeninin ağrıması, tırnak yemen gibi alışkanlıklar ya da panik atakların... Hepsi sevgisizlikle ilişkili olabilir mi? Aslında, her şeyin sevgisizlikten kaynaklandığını düşünmeye başladım. Kendimizi, başkalarını ya da toplumu sadece psikiyatrik tanılarla etiketlemek doğru değil. Etiketlemek zaten doğru değil de ahh zaten derken aynen yanılgasına düştüm yani tartışmaya kapatmış oldum. Neyse; konumuz şimdilik sevgisizlik ve gerçekten her şeyin altında sevgisizlik mi yatıyor? Sevgisizliğin psikolojik ve fizyolojik etkilerini saymakla bitmez. Yalnızlık, kaygı bozuklukları, depresyon; hatta fiziksel hastalıkların kökeninde de sevgisizlik barındırıyor. Nereden geldi diyeceksin şimdi bu konu aklına. Ya ‘Kızılcık Şerbo’nun son bölümünde; Mustafa karakterinin, saklamaya çalıştığımız sevgisizliği nasıl da yüzümüze vurduğuna şahitlik ettim.  Aile içerisinde, negatif ayrımcılık görmüş Mustafa. Şöyle eksik, kusurlu, yetersiz hissettirilmiş. Ona biraz eksik ve/veya kusurlu değilsin, yeterlisin, ‘seni sen olduğun için seviyorum’ mesajı veren kim varsa hemen ona dair bir saygısı ve sevgisi oluşuyor.  Ötekileştirilmiş bir öteki olabilir miydi Mustafa? Konumuz Mustafa değil ama bana sevgisizliğin bu hayatta nelere mal olduğunu hatırlattığı için kendisine sevgiler. Gerçi kadının aşağılandığı, muhafazakarlar ve sekülerler diye toplumun ayrışmasına değineceğiz derken tam tersi toplumsal yaralanmayı derinleştiren bir diziden söz etmiş oluyorum ama bu buradaki konu değil. Ama istersen bu konuda Dizi / Film Eleştirmeni Murat Soner ’i izleyebilirsin. Ben de bilahare bakabilirim bu kısmına da.  Sevgisizlik Nedir? Sevgisizlik sadece bir kişinin sevgiden yoksun kalması değil. Bu durum, kişinin kendi kendini sevmemesinden tut, toplumun kişiyi dışlamasına kadar geniş bir spektrumda karşımıza çıkıyor. Aileden, arkadaşlardan, toplumsal çevreden aldığımız aa afedersin almadığımız sevgi, kendimize olan bakış açımızı da şekillendiriyor. Kendini Sevmeme Kendi değerini bilmemek, hayatın her anında sevgisizlik duygusunu beraberinde getirir. İnsanlar sevgiye en çok ihtiyaç duydukları anlarda, kendilerine yeterince şefkat gösteremezler. Sonuç? Sürekli bir tatminsizlik ve eksiklik hissi. Toplumun Sevgisizliği Medyada gördüğümüz şiddet olayları, gün geçtikçe artan hoşgörüsüzlük ve dışlanma da sevgisizliğin vücut bulmuş hali. Toplumun bir parçası olamamış, sevilmediğini düşünen kişiler, şiddete daha yatkın hale gelebilirler. Sevgisizliğin Etkileri Sevgisizlik, insan psikolojisinde derin yaralar açar. Yalnız hissetmek, içsel çatışmalar yaşamak ve güvensizlik, sevgisizliğin en büyük sonuçlarındandır. Ama bunların yanı sıra, sevgisizlik vücudumuzda da etkilerini gösterir. Fiziksel Belirtiler Saç dökülmesi, deri hastalıkları, sürekli yorgunluk ve halsizlik, sevgisizliğin fiziksel tezahürlerinden sadece birkaçıdır. Panik ataklar ve kronik anksiyete, gözlemlediğim yerden sevgisizlikle tetikleniyor. Duygusal Yaralar Kendini sevilmeye layık görmemek, başkalarından sürekli onay beklemek gibi duygusal yaralar, sevgisizliğin en derin izleridir. Bu tür hisler, kişinin özgüvenini yerle bir eder ve sosyal ilişkilerde sorunlara yol açar. Sevgisizliği Aşmak Mümkün mü? Sevgisizlikle başa çıkmak zor ama imkânsız değil. Öncelikle; bir açıdan, sevgi önce kendimizden başlar. Kendine şefkat göstermek, kendi değerini bilmek ve dışarıdan gelecek sevgiyi beklemeden önce kendini sevmek, bu döngüyü kırmanın ilk adımıdır.  Bunu yazarken içimden ‘fakat insan ötekiyle görür kendisine olan sevgiyi’ diye geçirdim. Muhakkak en az bir öteki vardır yaşamında kendine olan sevgini görebildiğin. Yoksa da medyada sevgisi, şefkati olan bir karakter de olabiliyor biliyor musun? Mesela birçok filmde ‘yavrularım’ diye çocukları, gençleri seven ve birçok karaktere can veren Adile Naşit. Nasıl sevgi hissettiriyor, insanın kendisindeki sevgiyi görmesini sağlıyor. Gerçi bir açıdan; bana göre, sevgi görmese de sevmeyi bilir insan sevgisizliğin altında yatan sebeplerine baktığında. Kendine Şefkat Göster Özşefkat kendinle olan arkadaşlığını, dostluğunu oluşturur ve/veya pekiştirirken sevgi tohumları ekmeni sağlar. Kendine; tıpkı bir ötekinin, kendisine sevgisizliğiyle çaresiz ve yalnız hissettiğinde, senin ona yaklaştığın tutumu kendine uygulamandan söz ediyorum. 'Öteki: Ben sevilmedim biliyor musun, kimse gelip başımı okşamadı, biri de demedi ki ne yaşarsan yaşa yanındayım, seni sen olduğun için seviyorum.' Şimdi bunları söyleyen ötekine nasıl yaklaşırsın bunu düşün ve kendin bunları ve/veya benzerlerini yaşadığında kendine göstermenden söz ediyorum. Bağlar Kur Sosyal ilişkiler sevgisizliği aşmanın en güçlü yollarından biridir. Ötekilerle kurduğun bağlar, hayatın boyunca seni destekler ve sevgisizlik duygusunu hafifletir. Destek Al Zaman zaman sevgisizlik duygusu, kişinin kendi başına aşamayacağı kadar derin olabilir. Derin olmasa da bir bakmak isteyebilir. Böyle durumlarda bir uzmandan destek almak, bu süreci kolaylaştırabilir. Sonuç Sevgisizlik hayatın her alanında karşımıza çıkabilir. Ancak, bu duyguyu anlamaya çalışmak, altında yatan sebebe bakmak ve onunla başa çıkmanın yollarını öğrenmek mümkün. Kendine şefkat göstermekle başlayabilir ve etrafındaki dünyayı, ilişkileri sevgi dolu hale getirmek için çabalayabilirsin. Unutma, yarın değil, bugün ve sen yoksan, bir eksiğiz. Sevgisizlik ile İlgili Sıkça Sorulan Sorular (SSS) Sevgisizlik ile nasıl başa çıkabilirim? Sevgisizlikle başa çıkmanın en etkili yollarından biri, kendine şefkat göstermek ve sağlıklı ilişkiler kurmaktır. Bu duyguları paylaşmak ve gerekirse profesyonel destek almak da önemli adımlardır. Sevgisizlik depresyona neden olur mu? Evet, uzun süreli sevgisizlik hissi, depresyon ve kaygı bozuklukları gibi ruhsal sağlık sorunlarına yol açabilir. Bu nedenle sevgisizlik hissiyle erken başa çıkmak önemlidir. Sevgisizlik çocuklukta mı başlar? Çoğu durumda, sevgisizlik hissi çocukluk döneminde yaşanan duygusal ihmalden kaynaklanabilir. Ancak, yetişkinlik döneminde de yaralayıcı ilişkiler veya yalnızlık sevgisizliği tetikleyebilir. Sevgisizlik neden fiziksel sorunlara yol açar? Duygusal durumların beden üzerinde doğrudan etkisi vardır. Stres ve kaygı, bedensel belirtilerle kendini gösterebilir. Çünkü söze dökülemeyenler bedende yankı bulur. Kendini sevmek neden bu kadar zor? Toplumun ve ailenin beklentileri, kendine dair negatif inançlar ve geçmiş deneyimler, kendini sevmenin önündeki engeller arasında yer alabilir. Yazımı okuduğun için teşekkürler! Senin sevgisizlikle başa çıkma yöntemlerin neler? Yorumlarda paylaşmayı unutma!

  • Yaşamanın Dayanılmaz Hafifliği

    Yaşadım diyebilmek için ne yapmalı diye sordum kendime ve ötekilere. Neler çıktı neler. Hayret ettim ötekilerden gelen her katkıya. En çok da her katkıda, ters köşe olmam şaşırtıcıydı. Kalbimden geçenlere de, en az ötekilerden gelenler kadar hayret ettiğim bir blog yazısı oldu. Hem güzel hem de cevaplanması zor bir soru haline geldi yaşama dair düşünmek. Yaşama Tutunmak Yaşamanın dayanılmaz hafifliği; yaşabilmenin uzak olmadığı, yaşayamayanları anarak ve daha iyi nasıl yaşanabileceğini göstererek yazılan bir blog yazısı. Kimi ‘şımarıklık yapma, her şeyin var’ der, kimi gününü nasıl geçireceğinin sıkışıklığını yaşar, kimi halinden şikayetçidir, kimi ise yaşamı kaçırmamak için hep anda olmaya çalışır. Belki de hiç anda olamayarak. Viktor Frankl’ın, İnsanın Anlam Arayışı kitabını okuyunca, yazdıklarına inanamayıp tekrar tekrar okumuştum. Bir şeyler tanıdık geliyordu elbette ama bu kadarı fantezi olabilir mi diye bi düşünmedim değil. Tanıdık gelen ise insanın yaşamının en çaresiz anında bile bir çıkış yolu bulabileceğiydi. Ben gördüm, duydum, en önemlisi de şahitlik ettim. Yıl 2023, yer Hatay ve ben ömrümün hem en sert hem de en şefkatli karşılaşmalarını orada yaşadım. İnsanın Anlam Arayışı kitabından çok daha fazlası vardı bu coğrafyada.. Bir insanın alışık olmadığı bir düzlemin tamamen dışında taş üstüne taş koymayı da, elleriyle çiçekler açmayı da, önüne koyduğu son lokmasını da gördüm. İnsanın, evrende hem küçük hem de kocaman bir varlık olduğunu gördüm. Yaşamak üzerine düşünürken: En çok da verdiğiniz bir çiçeğin, bahçeye dönüştüğünü gördüm. ‘Kıymet bilmektir’ dedim yaşamak. Sonra bir kadının, çadırının önünü bostana çevirdiğini gördüm, o zaman da ‘kadın elinden yeşermektir’ dedim yaşamak. Sonra ise; bir el arabasında, sattığı malzemeleri tozlu yollarda eve götüren kadının kederini gördüm, kederin sebebi başkaydı. Bir kayıptı o sebep. Kaybı konuşamadan vedalaşmamıza ağlaştık. O anda ‘kayıp ve vedalaşmaktır’ dedim yaşamak. Biliyorum; her tanımlamam yeni bir tanımlama doğurdu, yaşamak belki de tanımladığında bitendir, asıl mesele tanımsızlık halidir. Yolda olmaktır yani. Yani; yaşama tutunmak, yaşamanın öteki yüzünü de görebilmekti. Yaşamanın Öteki Yüzü Ya yaşanamayanlar? Bunu düşündük mü? Yaşamı bitmiş birinin ardından, ‘yaşamadı’ demenin acısı ne kadar yoğun içimde. O yaşamadı demek, halbuki benim penceremden yaşamadı. Ya kendi penceresinden heybesine kattıklarını göz ardı ediyorsam? Evet evet hem gerçek hem de benim fantezim bu. Gerçek olan, milyonlarca kadının yaşamadan bu dünyadan gitmesiydi. Benim fantezim ise o yaşamadı dememdi. Hayır! Hep ötekiler için yaşadı ve yaşamda en güzel beyaz yazmasıyla emek vermek ona yakışırdı. Ben biliyor muyum ki o yazmanın neler gördüğünü de, küstahça ‘yaşamadı’ diyebiliyorum. O yaşadı, hem de en şefkatlisinden ve hakikatinden. Şefkat ve hakikatte en çok o beyaz yazmaya yakışırdı zaten. Kadın olmanın öteki yüzü için ‘Kadın Olmak’ isimli blog yazıma da göz atabilirsin. Yaşadım Diyebilmek Hazır mısın? Yaşadım diyememek korkutuyor beni, yaşamak için yapılabileceklerin listesi oldukça kabarık çünkü. Ruhumu besleyen gezginliği son nefesime kadar yapabilmek. Şehirlerin, ülkelerin kokusunu içime çekebilmiş olmak. Farklı dil ile kültürleri öğrenmek ve anlamak.. Çokça dans edip her anımı müzikle geçirmek. Ve tabi ki sevdiğim işi yapmak; yüzlerce, binlerce insana ulaşıp bir şeyler üretmiş olmak “yaşamış olmaktır” benim için. Ben ise bir Natasha Bedingfield'in Unwritten şarkısıyla ifade edebilirim. En güzel anılar henüz yazılmadı, yaşanmadı mı diyorsun yani? Belki de ama en en en güzelleri, dolu dolu yaşamaya devam ettikçe gelmeye devam edecek diyorum. Ben ise diyorum ki ‘heybemde çok anı olmalı.’ Şöyle yıllar geçtikçe anlat anlat bitiremediğim türden anılar. Yaşam deyince, Nazım Hikmet diyeceğiz akışın bir durağında. Yaşamak şakaya gelmez, büyük bir ciddiyetle yaşayacakmışız. Birde diyor ki, bütün işimiz gücümüz yaşamak olacakmış. Birimiz de çıkıp demez mi son söz benim! Halbuki son sözün ona ait olduğunu bilmeden. Estes dedi mesela; benliğimizi korumak için kaçmanın psişik bir manevra olduğunu iddia eder. Sonra ekler; daha güvenli bir alana kaçar, orada güçlerimizi toplar, parçalarımızı birleştirir ve benliğimize tehdit olan unsurların karşısına yeniden çıkarız. Yani giden, kendine daha güçlü dönmek için gider. Ekledi öteki; giden hiç kimse aynı kişi olarak dönmez sözü geldi aklıma. Son sözden sonra iç sesim devam etti ve diyor ki. Ben ise çok korktum, korkusuzca yaşadığımı düşünerek. Son karşılaşmamdan önce, korkularımı koluma takma ihtiyacım olduğunu gördüm. Yaşadım demek için, korkularımla kol kola yürümem söyleniyordu. Ötekiler konuşmadan önce de birkaç şey karalamıştım. Her ne kadar gösterilmese de, kavuşunca mutluluk ile biten yeşilçam filmlerinin sonrası da var. Orada, her ne kadar kavuşma sonrası ‘bakın evlenmek mutlulukla sonlanıyor’ mesajı verilse de ben filmi başka bir yerden okuyacağım. Kavuşursak biter! Bitmek, ölüm demek. ‘Biliyorum, oldum ben, benden iyisi yok, ben de böyle biriyim’ demek; olabilecek keşifleri engeller. Keşfedemezsek, saygı duymazsak, merak etmezsek, arzulamazsak, sormazsak, kuşku duymazsak sevemeyiz. ‘Sen ne hissediyorsun, ne düşünüyorsun, neler yapıyorsun?’ merakı olmadan olmaz. Keşfedeceğiz, saygı duyacağız, merak edeceğiz, arzulayacağız, soracağız, şüphe duyacağız ki sevelim. Neyi tanımlarsak, o biter. Oldum dediğimiz yerden, kırılır ve yok oluruz. ‘Ya öyle değilse?’ ihtimalleri olmadan biz de olamayız. Bu benim malım, işim, eşim, arkadaşım dediğimizde ‘ya öyle değilse’ ihtimali azalır ya da biter. Kendimizle, sevdiklerimizle, dünyayla; flört etmeye devam etmemiz lazım. Flörtte; merak, kuşku, arzu, yolda olmak vardır. Flört varsa, sevgi ve saygı vardır. Bu üçü, birbirini tamamlar. Başka bir mecradaki ötekiler de; hep öğrenmeli, özüne iyi davranmalı ve her şeyiyle onu sarmalı, tekrar tekrar yaşamalı ve yaşıyorum diyebilmeli’ der. Sen ‘Yaşadım Demek İçin Neler Yapıyorsun?’ Yaşamak Hakkında Sıkça Sorular Sorular Yaşamak nedir? Yaşamak nedir sorusu yaşamın temelini sorgulayan derin bir soru. Yaşamak, temel ihtiyaçlarımızın karşılanması ve nefes alabilmek ile sınırlı değil. Korka korka deneyimlere açık olmak, dünyayla ilişkilenmek ve dünyadan geçerken kimseye zarar vermeden keyif alarak ve keşfederek yaşamak. Dağılacağını bile bile planlar ve hedefler belirleyip hayaller kurmak. Yaşamak aceleye gelmeden, sürekli yarına koşmadan yaşanmalı. Yaşamın anlamı nedir? Yaşamdaki deneyimlerimiz, inançlarımız, değerlerimiz, karşılaşmalarımız her birimiz için yaşamın anlamını farklılaştırmaktadır. İç ve dış dünyamızın arasında; fark ne kadar azalırsa, biz o kadar anlamlı bir yaşam süreriz gibime geliyor. Yoksa gerçek yaşamın anlamı uçlarda mıdır? Mutlu bir yaşam sürmek için ne yapmalı? Mutlu bir yaşam, yalnızlığınla kalabilme haline katlanabilmektir. Mutlu bir yaşam sürmek için huzurlu olmak geliyor aklıma. İyi ya da kötü değiliz, birlikte keyifli çaylar içilen insanlarla varız. Mutlu bir yaşam, birbirimizi anlamak için çaba sarf ettiğimiz bir toplulukta varlığımızı sürdürme halidir. Yaşam stresiyle nasıl baş edilir? Yaşam stresiyle baş edilmez, yaşam stresiyle ne yapılacağına bakılabilir. Bu stres; iç dünyamda nereye tekabül ediyor, ben bununla ne yapacağım, kontrolümde olan bir stres mi diye sorabilirsin kendine. Biraz strese ihtiyacımız var. Bu stres fazla ise eğer, onunla ne yapacağımıza bakabiliriz. Kontrolümüz dışında olan stresi topluluk ile bir arada ele alabiliriz. Bu kadar büyük bir stres, tek başına bakabileceğim bir stres olmayabilir. Stres ile yaşayabilmenin kolaylaşmasının; bir yolu kendini geliştirmek, bir yanı sosyal destek iken, bir yanı da profesyonel destek almaktır. Öteki Terapi isimli web sitemden diğer blogları okuyabilir, ihtiyacının olduğunu hisseder ve hazır olursan 15 dakikalık ücretsiz öngörüşme randevunu alabilirsin.

  • Öteki Bağlamında 'Öteki'ye Dair'

    Bir süre önce arkadaşım harika bir girişimde bulunarak Öteki’ye Dair platformunu oluşturdu. Onu tanıdığım günden beri hep öteki için mücadele etmiş ruhu adına ne güzel bir seslenişti bu. Benden de ötekiye dair bir yazı yazmamı rica etti. Yazdım, sildim. Yazdım, sildim. Yazdım, sildim… Denize açılan bahçemin en keyifli köşesine masamı taşıyıp, hala yapmayı beceremediğim ama içmeyi sevdiğim kahvemi yudumlarken etrafıma bakıp üzerine bir iki kelam edebileceğim ötekiyi aradım. Önce bahçemin en bakımsız köşesinde yabani otlar arasında kendine has tavrıyla yeşerivermiş papatyalarım üzerine yazmak istedim, farklı olmanın, çoğunluğa ait olamamanın hem yıpranmışlığı hemde haklı gururu güzel bir öteki hikayesi verebilirdi bana. Vazgeçtim. Aklıma birkaç gün önce sahilde üç dört yaşlarında bir çocuğun küçük kovasına koyduğu yengeç geldi. Ait olmadığı yerde, sebepsizce, sıkışmış hisseden, yaşayan ama bu yaşamdan zerre keyif almayan, sırf yengeç olduğu için kovada bulunan belki denizanası olsaydı özgürce mavi sularda dolaşmaya devam edebilecek olan yengeç. Hak etmiş miydi gerçekten bir metreden kısa bir insan yavrusunun kırmızı kovasında hapsolup kalmayı? Hasta olduğu için terk edilmiş bir tekir kedi miydi öteki? Düşünceler zihnimin duvarlarını tırmalarken sırf babası ölmüş, annesi de başka biriyle kaçmış diye ihmal edilmiş sonrasında babaannesi ve dedesi tarafından korunmaya alınmış o yedi yaşındaki çocuk geldi aklıma. Diğer “normal(?)” ailelerin, çocuklarını o çocuktan uzak durmaları için köşeye çekip uyarmaları kulaklarımda yankılandı. Hayatın ona sunduklarına karşı o da hayata hırçınlığını ve öfkesini layık görmüştü. Yaşamım boyunca tanıdığım en yaramaz çocuktu. Düz duvara tırmanır, komşuların ayakkabılarını çalıp bahçeye gömer, ona karışan diğer çocukları acımasızca döver, birine kafayı taktı mı anasından emdiği sütü burnundan getirirdi. Tahmin edersiniz, bizim aramız iyiydi. O küçük çocuk muydu öteki? Geçenlerde onu gördüm. Büyümüştü. Yanında masmavi gözleriyle bir Sibirya kurdu vardı. Köpeğin hali perişandı. “Nedir bu köpeğin hali?” Dedim, “Sahilde buldum onu kimsesizdi, ben bakıcam, büyütücem, yanımdan hiç ayırmayacağım” dedi. “İyi de sen çok küçüksün, bir köpeğe bakmak kolay iş değil, ayrıca belki sahibi vardır kaybetmiştir köpeğini.” dedim, “Abla sahibi olsa böyle perişan halde olmazdı ayrıca sevgi verip büyütmenin yaşı mı olur?” Dedi. Sahibi olsa böyle perişan halde olmazdı deyişindeki ses tonunu ömrümce unutmayacağıma yemin ettim. Köpek, ben ve çocuk beraber bir süre daha yürümeye devam ettik, marketin önünde durduk, köpeği için su alıp avucuyla içirdi. Ben de onun için en sevdiği gofretten aldım (kendime de almayı unutmadım) gofretlerimizi yerken hiç konuşmadık, az ötede beni bekleyen kardeşimin yanına gittim. Çocukla ve köpekle vedalaştık. Uzun yolda yavaşça kayboldular. Kimdi öteki? Sibirya kurdu olmasına rağmen 35 derece sıcakta kumsalda perişan halde dolaşan köpek mi? Hayatın aldıklarının intikamını hayattan almaya çalışırken hiç anlaşılmamış, aslında köpeğin yaralarını değil kendi çocukluğunu iyileştirmeye çalışan yaramaz çocuk mu? Güneş batmaya başladı. Kızıllığı denize vururken, yosun kokusu ve aklımdaki tüm ötekiler, kuşların sesleriyle birbirine karıştı. Öteki bendim. Çocukluğum yabani otlar içinde açmış papatyalarımdı. İnançları, düşünceleri, davranışları farklı bir Ayşenur, ilk çocukluğunda fark edilmişti: Farklı olmak zordu ama çok güzeldi. Papatyaların içindeki yabani ot belki daha uygundu benim tanımıma (kendimi hep öyle hissetmiştim) ama ne olursa olsun his aynıydı işte. Ergenliğim bir kovanın içine hapsolmuş yengeç. Kendimi bulunduğum kültüre, geleneklere, toplum kurallarına hiç ait hissetmedim. Özgür olduğumu sandığım her an “Başkası ne der?” hapishanesinde buldum kendimi. Epey sancılı bir varoluş savaşıydı… Yetişkinliğimin başlarında hasta olduğu için terk edilmiş bir tekir kedi. Ruhsal yaralarımla mücadele ederken bu uğurda çok kişi kaybettiğimi sanmıştım. Şimdilerde olsa bu gidişlere kayıp demezdim. Bazı dönemeçler hayatımızdan insan ayıklayabilmemiz için sert oluyormuş. Bunu saçlarımda erken beyazlar çıktığı yaşıma kadar pek fark edemedim. Ve bazı zamanlar köpeğini değil kendi yaralarını iyileştirmeye çalışan o çocuk. Geçmişin telafilerini bugüne çiçekler ekerek yaptım. Hala kurumuş ve yaşamayacağını bildiğim bitkilerimi atamıyorum ve suluyorum. Demem o ki, öteki biziz. Benim, sensin, onlar. Bazen başkasının baktığı yerden biz, bazen bizden olmayan her şey. Varoluşumuzun temeli öteki. Bizler ötekinin gözünden kendimizi görme, öteki olabilmeye tahammül edebilme ve öteki olmanın hakkını verebilmeden ibaretiz.

  • Öteki Bağlamında ‘İngilizce Konuşamamak’

    Neden İngilizce öğrenmekte ve konuşmakta zorluk çekiyorum diye hiç düşündün mü? Ben düşündüm. Hem bir İngilizce öğretmeni olarak hem de yaşama her zaman ardında ne var diye bakarak düşündüm. Peki; İngilizce konuşmaya çalışırken ya öteki ne der diye düşündün mü? Daha çok soru soracağız, bazıları yanıtsız kalsa da. Ama şimdi yanıtlarla geldim. İngilizce konuşamamak, öğrenememek, bunun için kendine şefkat göstermeyip ve belki de kendini acımasızca eleştirmek.. Şimdi başlayalım, belki de daha yeni başlıyoruz. İlkokul, ortaokul, lise derken bir baktın ki kendini üniversitede bulmuşsun. Önüne konulan kâğıt üzerinde “İngilizce Hazırlık Sınavı” başlığını okudun. Şimdi üniversitede başka bir şekilde karşına çıktı. Haydi onu da atlattın diyelim. İş mülakatına girdin ve o meşhur soru da soruldu. İngilizce seviyeniz nedir?” Akıcı bir şekilde İngilizce konuşabilir misiniz?” Hatta günümüzde bazı mülakatların İngilizce yapıldığını da düşünürsek, bu durumu deneyimleyenler bu satırları okurken o günü anımsayacaklardır. Belki okul ile olan sürecin bu kadar sürmedi bile. Okullu veya okulsuz bu zamana kadar bir şekilde idare ettin şu İngilizce denilen illeti. Neden İngilizce Öğrenemiyorum? Gel beraber bu soruya yakından bakmayı deneyelim. Öncelikle, İngilizce ve Türkçe arasında dilbilgisi yönünden bazı temel farklılıklar bulunmaktadır. Türkçe sondan eklemeli bir dildir, kelimelere eklenen ekler ile yeni kelimeler elde ederiz. İngilizce ise sondan eklemeli bir dil değildir, kelimenin kökeninde yapılan değişiklikler ile farklı kelimeler oluştururuz. Örneğin “öğrendiklerimiz” ifadesini İngilizcede “the things that we learn” şeklinde çevirebiliriz. Türkçe’nin sondan eklenebilen yapısı sayesinde tek bir kelime ile söylemek istediğimizi ifade edebiliriz. İngilizcede benzer anlamı yakalamak için birden fazla kelime kullanmamız gerekebilir. Türkçe’nin yazıldığı gibi okunabilir bir dil olması da onu İngilizce’den ayıran başka önemli bir durumdur. İngilizce’yi yazıldığı şekilde okumayız, kelimelerin telaffuz edilme biçimleri farklıdır. Bu ve benzeri nedenler İngilizce ve Türkçe arasındaki yapısal farklılıklardır. Bu farklılıkların neler olduğunu bilmek İngilizce öğrenirken çok faydalı olacaktır. Anadilindeki temel dilbilgisi kurallarına hâkim olman, İngilizce öğrenirken iki dil arasında karşılaştırma yaparak farkları ve benzerlikleri daha iyi anlamanı ve böylelikle daha başarılı bir dil öğrenme süreci geçirmeni sağlayacaktır. Peki, sadece bunlara bakarsak eksik kalmaz mı? Ya İngilizce öğrenmekte birde şefkat eksikse? İngilizce Öğrenemememde Ötekinin Rolü Nedir? Bu bahsettiklerim İngilizce öğrenirken anadilimiz ile olan temel farklılıklar ile alakalıydı. Şimdi ise diğer önemli noktası olan ya dışlanırsam ve ötekinin gözünden nasıl görüneceğim korkusuna da değinecek olursak neler söyleyebiliriz? Başka bir dilde iletişim kurmaya çalışırken, elbette çok zorlanıyoruz. ‘Karşımdaki beni yanlış anlar mı?’ ‘Ya bir kelimeyi yanlış telaffuz edersem?’ ‘Cümleyi düzgün kuramazsam bana güler mi?’ Daha da çoğaltabileceğimiz düşünceler, hemen hemen hepimizin aklından geçmiştir ve geçiyordur. Hangi dilde konuşmaya çalışırsak çalışalım bu ve benzeri düşüncelere sahip olmak oldukça doğal. Bu tarz durumlarda heyecan duyman veya gerilmen anlaşılır bir durum. Bu sebeple lütfen kendine yüklenme ve şu soruları sor: ‘Kendi anadilimde konuşurken de benzer düşüncelere sahip oluyor muyum?’ Örneğin kendi kendine: ‘Acaba şimdi hata yapacak mıyım?’ ‘Burada devrik cümle mi kurdum?’ ‘Yanlış bir cümle kurarsam insanlar bana güler mi?’ ‘’O, bu, şu, öteki, elalem ne der?’ Ve buna benzer soruları soruyor musun? Tabii ki de hayır, saçmalama dediğini duyabiliyorum. Hangimiz anadilimizde konuşurken hata yapmayı aklımızdan geçiririz ki? Bu dediklerim başlarda zorlayıcı gelse de, kendine dil öğrenmenin bir süreç olduğunu hatırlat. Anadilinde konuşurken, cümlelerini defalarca belli bir süzgeçten geçirmeden ve spontane bir şekilde kelimelerin ağzından döküldüğünü hatırla. Sonra düşünce biçimini ve İngilizce konuşmaya olan yaklaşımını değiştirebilirsin. Ee ne demişler hatasız kul olur mu hiç? Hatalarımız ile biz, bir değil miyiz? Bırak, biraz da hata yap. Bazı kuralları unutarak cümle kur veya devrik yapılar oluştur ve denemekten vazgeçme. Günün sonunda verdiğin emek için de kendine teşekkür et. Dil öğrenirken de kendine şefkatli yaklaş ve bunu her zaman hatırla. Çünkü zihnimizin yapısı gereği olumsuzluklara odaklanmaya çok meyilliyiz. En ufacık hataya tahammülümüz yok ve dahası hemen tüm eleştiri oklarını kendimize yöneltip kendi kendimizi fazlasıyla üzebiliyoruz. İngilizce Öğrenirken Kendime Nasıl Daha Şefkatli Yaklaşabilirim? O gün yaptığın hatalarına veya yanlışlarına odaklanmak yerine, cesaretin için kendini tebrik et. Mesela ‘öğrendiklerimiz’ karşılığına gelen ‘The things that we learn’ yerine bambaşka bir cümle kurdun. Olsun, olmalı, yapamadın, yine dene daha iyi yapama ama en son yapacaksın. Yeter ki denemekten vazgeçme ve yeşermenin süreç alacağını unutma. Bir bakmışsın sonra neler neler konuşuyorsun. Denemek ile sürece sabretmek önemli. Bunlara birde keyifli bir renk ekleyelim. Kendine güzel bir kahve yaparak, arka planda klasik müzik listesi veya sevdiğin türde bir müzik listesi açabilir ve kendine içini sıcacık yapabilecek ve bir o kadar da keyifli hissedeceğin bir ortam yaratabilirsin. Dil öğrenmek bir zorunluluktan kaynaklanıyor olabilir. Ancak bu süreci keyifli bir hale dönüştürmek de senin tercihin. Süreçten ne kadar keyif alırsan, uzun vadede İngilizce öğrenirken de başarılı olma şansın o kadar artar. Başka bir dil öğrenirken zorlanıyor olmanın tamamen olağan olduğunu ve halihazırda bu zorlukların üstesinden gelmek adına çabalayan yanını da görerek, bu süreci daha şefkatli ve verimli kılabilirsin. İngilizce konuşmaya çalıştığında kendine şefkat göstermediğin ve elalem ne der dediğin her noktada bu yazdıklarımı hatırla. İngilizce dersleri alman için Aslı Erginer isimli web sitemden bana, İngilizce öğrenememenin ve konuşamamanın psikolojik hali için ise Öteki Terapi isimli web sitesinden Psikolog Ebru Akkoyun’a ulaşabilirsin. Her iki sitenin içerisinde de, 15 dakikalık ücretsiz öngörüşme randevunu şimdi oluştur.

  • Öteki Bağlamında ‘Kadın Olmak’

    Bin kadın dinledim, bir kadın yarattım. Hamdım Büyüdüğüm yerde, kadın çok konuşmaz, her şeye karışmaz, çok bilmez, tek başına dışarı çıkamaz, seçim yapamaz. Yani kadın, kendi olamazdı. İşte ben de az daha kendim olamıyor, kendi kadın tanımımı yapamadan başkası oluyordum. Takii ailem beni okuldan alıp diğer akrabalarımın kızları gibi dikiş nakış kursuna göndermek isteyene kadar. Eve kilitlediler ve okula gitmek yok dediler. İlk defa güçlü beni, orada hissettim. Kadın isterse demiri büker, dağları yerinden oynatırdı. Pencerenin önündeki demirleri bükerek kaçmıştım evden. Nasıl bir güçtür, hala hatırlarım. Fark ettim ki potansiyelimiz, sınırları zorlayana kadar ortaya çıkmıyormuş. Öğretmenime koşmuş, durumu anlatmıştım. O gece orada kaldım. Ertesi gün, öğretmenim ve müdürüm ailemle görüşmüş ve beni eve göndermişlerdi. Bir daha okulla ilgili sorun yaşamamıştım. Bazı coğrafyalarda; kadın olmanın tanımını, hayatımızın kontrolünü, başkasına vermekle karıştırmışız. Kendi tanımını yapmak istiyorsan, bazen zorlamak gerek. Bazen de bol bol dinlemek. Piştim İlk defa dinlediğim kadınlar gerçek değildi, onlar iki karakterden ibaretti. Eserin ismini yanlış hatırlamıyorsam, Anton Çehov'un "Vanya Dayı" isimli bir eserinde bir diyalogla başladı dinlemem. Kadın, saçlarını tarayan halasına soruyordu: ‘Hala, ben güzel miyim?’ Halası da şaşırarak ve ne diyeceğini bilemeden ve biraz bekledikten sonra, senin saçların güzel diyordu. Belki aylarca bu diyalog zihnimde dolaşıp durdu. Kendimi hiç sevmemiştim, ben güzel miyim diye hiç sormamıştım ve cesaret bile edememiştim. Bir süre sonra üzülmek yerine, baktığım çerçeveyi değiştirdim. Ve benim saçlarım güzel demeye başladım. Belki uzun süre kendimi sevememiştim, belki hala da tam olarak sevebilmiş değilim. Ama o iki kitap karakteri; kendimi sevmeme saçlarımdan başlamama vesile olmuştu. Saçlarım çok güzeldi, sonra gözlerim, sonra yanaklarım… Parça parça sevmeye başlamıştım sonra kendimi. O an, iki kadının diyaloğunu okudum ve sevmeyi öğrendim. Bir kitaptaki kadın bana bunu yapabiliyorsa, diğerleri nasıl da güzelleştirirdi hayatımı. O günden sonra her kadını dinledim. Güçlü kadınlar dinledim, kendimi takdir etmeyi öğrendim, hata yapan kadınlar dinledim, zayıf yönlerimi güçlendirmeyi öğrendim, ne istediğini bilen kadınlar dinledim ve yolumu netleştirdim. Hayır diyebilen kadınlar dinledim ve sınırlarımı öğrendim. Ben anlattım ve birçok kadın beni dinledi, yargısızca kendim olabilme özgürlüğünü öğrendim. Aslında her kadın bendim, ben de onlar. Bir iken, biz olabilmenin gücüydü belki de. Bir gün, bir rüya gördüm. Rüyamdaki kadın bendim. Sevgi olmuştum ve ilik ilik akıyordum doğaya, insana, aileme, her yere. Kalbimden taşan sevgiye dönüşmüştüm ve kendime şunu söylüyordum, ben bu sevgiyle baş edebilir miyim? Bu soruyu sorduğum anda kendimi karanlık ve zincirlenmiş bir otobüsün içinde buldum. Arkası bana dönük bir kadın vardı. Kadın sadece küfür ediyor ve bağırıyordu. Dışarıda ise dışarıya çık diyen bir kalabalığın sesi vardı. Çıkmayacağım, çıkaramayacaksınız diye bağırarak küfürler ediyordu. Kadın öfkeden kıpkırmızı olmuş, yüzüyle bana doğru dönmüş, şok olmuş, donup kalmıştım. Öteki bendim. İki uç noktada yaşayan benlerin buluşmasıydı sanki. O an acısını hissettim. El âlem ne der çetesine ve kadına yapılan haksızlıklardan dolayı çok öfkeli bir bendi, çok da üzgündü. Şoktaydım, uyandım. Neden sevgiyle baş edemeyeceğimi düşünmüştüm? Önce bunu sormuştum kendime. Neden korkuttu o sevgi? Zaman zaman cevabı bulur gibi olurum ama hala tatmin eden cevap gelmemiştir. Öteki ben ile tanışmamın şoku hala üstümde, bu nasıl öfke? Aslında baş edemeyeceğim şey belki de buydu. Derin bir nefes aldım, öfke de bendim, sevgi de ben. Sevgi ve öfke dolu o iki kadını dinlemeliydim. Neye ihtiyaçları vardı bilmeliydim. Yeniden Doğdum Uzun uzun dinledim ve dengeli bir kadın olmayı öğrendim. Sevgi ve öfkenin el sıkışmasını alkışladım. Kolay olmadı ama oldu. Zaman zaman uçlara kaçarlar, sonra konuşur ortak noktada buluşurlar, ben de her seferinde alkışlarım. Birçok kadın var. Kimi içimizde, kimi yanı başımızda, kimi dünyanın herhangi bir yerinde. Hepsini dinle… Bir kadın dinledim, gerçekten dinledim mi diye sordum? Bir kadın dinledim, gittiği yolu bilmeden yargıladım, anlamadım. Bir kadın dinledim, kim olduğunu bilmiyordu. Bir kadın dinledim, el alem ne der diyordu? Düşündüm, yaşadığım hayat kimin hayatıydı. Bir kadın dinledim, aynada kendimi gördüm, ürktüm ve tanıştım. Bir kadın dinledim, sesi yoktu ve gözleri konuşuyordu. Anladım ki sessiz de çığlık atabilirdim. Bir kadın dinledim, çok neşeliydi ama gözleri hüzünlüydü. Farkettim ki maskemi çıkarmanın zamanı gelmişti. Bir kadın dinledim korkuyordu, sordum nasıl cesur olabilirdim? Bin kadın dinledim, birçok zorluk ve başarılarla dolu dünyalara gittim. Siz söyleyin tek bir kadın tanımı yapmak doğru muydu? Kadın ne demekti? Bunun tanımını yapabilen var mıydı? Ayıp, günah, şeytan, şehvet, düşman, kötü, korkak, çaresiz ve erkeksiz hiçbir şey miydi? Bana çocukluğumdan bu yana söylenen bunlardı. Kadınlar söylemişti bunları, kendilerine ait olmadığını bilmeden. Uzun uzun düşündüm. Benim için kadın ne demekti? Kadın güçlü, zarif, cesur, pratik, zeki, çevik, akıllı, dinamik, enerjik, seksi, arzu dolu, hazzını kimseye hesap vermeden yaşayan, özgür ruhlu, küllerinden yeniden doğabilen ve doğurabilendi. Potansiyelini korkmadan ortaya çıkardı kadın. Kadın, gökkuşağıydı. Benim yarattığım ve yaşadığım kadın buydu. Utanmadan, korkmadan, suçlu hissetmeden ve cesurca kendim olabildiğim kadın. Sen de beni dinledin… Bin kadından sadece biriydim. Kadın olmak sancılı bir süreçtir, sancıdan sonra gelen doğum ve ben yeniden doğdum.

  • Terapi Almak Neden Önemli?

    Terapiye neden başlanacağını; insan varoluşunda görebiliriz. Geçmişinde, bugününde, geleceğinde her zaman deneyimler yer almakta. Mesela kendine en az bir defa ‘ne zaman bitecek bu sorunlarım ya da sorularım’ diye sorduğun oldu mu? Benim en az bir defa ve aslında çokça sormuşluğum oldu. Birde sorduğum bir şey daha var ki ‘şimdi ben bu sorun veya soruyla ne yapacağım?’ Yaşamda değiştiremediklerin varken birde değiştirebildiklerin vardır. Terapi özellikle bu noktada söz konusu olur. Yaşamda her zaman değiştirebileceklerin varken bunu neden yapmayasın? Sorunlar ve sorular elbette ki her zaman olabilir. Fakat ‘sen bununla nasıl konumlanmak istiyorsun’ deneyimi de içinde. Bazen bazı dertlerin üstesinden gelebilmek mümkün. Fakat bu yaşadığın dertleri yalnız yaşadığın için bir şahidin olsun isteyebilirsin. Terapide bu şahit terapisttir. Belki aylarca ya da yıllarca kağıda akıttıklarında okunması ile görülmüş olman gibi görebiliriz. Duygusal zorluklar, ilişki sorunları, alışkanlık ve bağımlılık, geçmiş travmalar, öz saygı meselesi, yaşam geçişleri ve zorlukları, kendini tanıma ve geliştirme gibi konular terapinin konusu olabilir. Terapide konunun basitliği veya zorluğu diye bakılmaz. Terapide her konu özel ve biriciktir. Kişinin terapiye getirdiği konular çerçevesinde bağlantılı ve bağlantısız olduğu düşünülen diğer konular da işlemlenebilir. Çeşitli sebeplerden dolayı terapiye başlamak isteyebilirsin. Bu sanılanın aksine temel ve olağan bir ihtiyaçtır. Buradan terapi nedir sorusu doğabilir. Terapi Nedir? Terapi; duygusal, zihinsel, davranışsal meselelerini ele alarak, bu meselelerin altında yatan sebepleri ile bu meselelerle nasıl daha ferah yaşayabileceğine bakan bir tedavi ile destek yöntemidir. Terapi, birçok farklı yaklaşım, ekol ve yöntem kullanılarak gerçekleştirilebilir. Bu yöntemlerin hangisi veya hangilerinin kullanıldığı terapiye gelen kişinin ihtiyacı ve terapistin uzmanlık alanına bağlı olarak değişir. Terapi seansları bireysel, çift, ergen, çocuk, aile veya grup terapisi için düzenlenebilir. Terapi; kendini daha iyi anlamana, duygusal zorluklarının işlemlenmesine, ilişkilerinin gelişmesine, stresle daha kolay yaşabilmene ve daha sağlıklı bir yaşam sürmene destek olur. Terapinin ne olduğunu daha iyi kavrayabilmen için web sitemde yer alan öteki blog kısmından Terapi Nedir? başlıklı yazımı okuyabilirsin. Terapist Kimdir? Terapist; terapi hizmetini verebilme yeterliliği ve yetkisi olan, terapiye taşıdığın duygusal, zihinsel, davranışsal zorlukların ile daha rahat nasıl yaşayabileceğine profesyonel bir pencereden eşlik eden bir ruh sağlığı uzmanıdır. Terapist olabilmek için psikoloji ve psikiyatri lisansını bitirdikten sonra psikoloji mezunları için yüksek lisans, her iki lisans mezuniyeti için ise uzmanlığına göre çeşitli yaklaşım, yöntem, ekol eğitimleri almak söz konusudur. Terapistler hem kendi terapi süreçlerinden hem de süpervizyon süreçlerinden geçerler. Bu geçme halleri birer süreçtir ve çoğunlukla meslek yaşamı boyunca sürmesi olağandır. Terapinin Amacı Nedir? Terapinin amacı; yaşadığın meseleleri görülür ve duyulur kılmaktır. Meseleleri görülür ve duyulur kılıp terapist ile işbirliğinde terapist tarafından işlemlenmeye çalışıldığında kendisine bir zemin bulur. Terapinin en belirgin amacı yaşamanın dayanılmaz hafifliğine daha ferah bir konumlanmadan şahitlik edebilmektir. Terapiye Kimler Gider? Terapiye herkes gidebilir. Her insanın terapiye gitme sebebi birbirinden oldukça farklıdır. Senin de terapiye götürdüğün konu veya konular ötekinin terapiye götürdüğü konudan daha değersiz değil. Çünkü senin derdin, sana ağır. Ötekinin derdi ise ötekine ağır gelir. Terapiye gitme kararı verdiğinde elbette ki kendini ötekilerle karşılaştırabilirsin fakat gitme sebebine öncelikle kendi içinde bakabilmen gerekir. ‘Öteki bu zorluklarla nasıl daha ferah yaşıyor’ sorusunu sormak çok olağan. Fakat öncelikle ‘Ben bu zorluklarla nasıl daha ferah yaşayabilirim’ sorusunu kendine sorup öyle terapiye gidebilirsin. Terapiye Gitmeye Nasıl Karar Verilir? Her insanın bir eşik noktası vardır fakat terapiye karar verirken bu eşik noktasını görmek veya beklemek zorunda değilsin. Terapiye gitmeye karar vermen kolay olmayabilir fakat maddi ve manevi olarak hazır hissettiğinde terapiye karar vermen de beraberinde veya sonrasında gelebiliyor. Yine de kararsız olduğun durumda 15 dakikalık ücretsiz öngörüşme randevusu alıp sorularını sorabilir, terapiye gitmeye karar verme sürecinin berrak olmasını sağlayabilirsin. Hangi Durumlarda Terapiye Gidilir? Terapiye gitmenin birçok farklı nedeni olabilir, her kişinin terapiye başvurma nedeni kişinin deneyimlerine, ihtiyaçlarına, kişisel tarihine, karşılaşmalarına ve hedeflerine bağlı olarak değişebilir. ‘Bu konuda da terapiye mi gidilir?’ yanlış bir kanıdır. Konu senin konun ve evet senin için terapiye gidilebilecek bir konu olabilir. Acını, ötekinin acısıyla karşılaştırıp değersizleştirme. Özetle; her durumda terapiye gidilebilir. Terapiye Gitmek Neden Önemli? Aynalanmaya ve anlam arayışına ihtiyaç duyan varlıklarız. Öteki ile yaşarız ve terapiye gittiğinde terapist seni aynalar ve anlam arayışını bulabilmeni kolaylaştırır. Seni yargılamadan, suçlamadan, dışarıda bırakmadan dinlemeye ve anlamaya çalışan terapistin şahitliğinde açılan meseleler bir zemin ve renk bulur. Bu ve daha birçok sebepten dolayı terapiye gitmek oldukça önemlidir. Terapi Nasıl Bir süreçtir? Terapi; yaşamda işin içinden çıkamadığın veya daha ferah bir halde olmak adına gerçekleştirdiğin sancılı bir iyileşme sürecidir. Terapi süreci; yaşadığın zorlukları anlamlandırmanı, zorluklarla daha rahat nasıl yaşayabileceğini görebilmeni ve daha sağlıklı nasıl yaşayabileceğini deneyimlemeni sağlar. Terapi süreci değerlendirme süreci ile başlar. Terapist ve danışan arasında güvenilir, destekleyici ve işbirliği içerisinde olan bir ilişkilenme kurulur. Terapi sürecine getirilen konular ve beklentiler belirlenir. Danışanın ihtiyaçlarına ve terapistin tercih ettiği ve danışanın sürecine uyumlu terapi yöntemine bağlı olarak çalışma aşaması başlatılır. Süreçte belirli aralıklarla süreç değerlendirmesi yapılır. Terapi süreci; terapiye getirilen konular ve beklentiler doğrultusunda çerçevelenen aşamaya ulaştığında sonlandırma, seanslar arası sürenin uzatılması veya uzun vadeli bakım planlaması yapılır. Terapi süreci; senin ihtiyaçlarına, terapistin uzmanlığına ve süreçte karşılaşacaklarına göre değişebilir. Ancak genel olarak, terapi süreci; senin iyilik halini artırmak, zorluklarına nefes alabilmeni kolaylaştırmak ve daha sağlıklı bir yaşam sürebilmene eşlik etme halidir. Özetle terapi süreci karanlığa tutulan ışıktır. Bu eşlik etme sürecinin en konforlu hali ise online terapi! Terapi Süreci Hakkında Sıkça Sorular Sorular Terapi sürecine dair neler yazarsam yazayım bu süreç için yeterli gelmeyebilir. Fakat biraz olsun anlaşılmasını sağlayabilir. Şimdi bu blogla ve en sık tercih edilen online terapi desteğine dair merak ettiğin başka soruları da aşağıda bulabilirsin. Kimler Online Terapi Alabilir? Online terapi hizmetini özellikle son zamanlarda birçok farklı profilden insan tercih edebilmektedir. Digital bir araç ile iletişim kurmakta zorluğu olmayan herkes online terapi tercih edebilmesi kaçınılmazdır. Peki başlıca online terapi hizmetini kimler almakta? Birçok insan online terapi hizmeti almakta fakat başlıca online terapi hizmetini alanlar ise şöyle; Coğrafi olarak ulaşım zorluğu olanlar Yoğun programı olanlar Sosyal anksiyete yaşayanlar Damgalama olmadan destek almak isteyenler Fiziksel engeli olanlar Evde tedavi süreci devam edenler Seyahat edenler Gezginler Terapi seçiminde ihtiyaçların, terapistin önerileri ve konfor seviyesini göz önünde bulundurman gerekir. Online Terapi Nedir? Kendi güvenli alanında çevrimiçi olarak gerçekleştirilmesine olanak tanıyan bir destek yöntemidir. Yüz yüze terapi ile aynı etki ve etik çerçevede gerçekleştirilmektedir. Yanlış bir kanı olan online terapiden verim alınamayacağı ön yargısıdır. Ancak online terapi, sanılanın aksine yüz yüze terapide olduğu gibi aynı yerden fayda sağlar. Özetle; kendi evinde veya güvenliğinin sağlandığı istediğin başka bir yerde, yaşadığın zorlukları altında yatan sebepleri ile birlikte görebilmen, bu zorluklarla yaşamayı kolaylaştırabilmen ve daha nefes alınabilir bir yaşam için terapistin ile birlikte çalışabilirsiniz. Online Terapi Almanın Avantajları Nelerdir? Online terapi almanın birçok avantajı vardır. Onlardan birkaçı ise şöyle: Coğrafi konumdan bağımsız olarak dünyanın neresinde olursan ol güvenli bir alan oluşturduğunda bu hizmeti alabilirsin. Terapi odasına gelmeden kendi zaman planlaman içerisinde yalnızca terapi seansı olan 45 dakikalık bir zaman ayırman yeterli. Kendi alanında gizlilik endişesi duymadan aldığın ve konforlu alanında olduğun bir ferahlık sağlar. ​ Kendi güvenli alanında fiziksel güvenliğinin de gözetildiği bir olanak sağlar. Fiziksel olarak gitmediğin ve bir iletişim yoluyla kurulduğu için sosyal anksiyete veya ulaşım sorunlarıyla karşılaşmanı engeller. Sonuç olarak online terapi; ruh sağlığı desteğine ulaşmanın modern, konforlu ve işlevsel bir yoludur. Fakat insanın parmak izi gibi biricik olmasından dolayı her kişi için yüz yüze terapi de olduğu gibi etkisi değişken olabilir. Terapiye kolay ulaşman, terapiye gitmenin önündeki engelleri biraz olsun kolaylaştırabilir. Unutmayalım ki her insanın ihtiyacı birbirinden farklıdır. Bu sebeple online terapinin sana uygun olup olmadığını görebilmen için 15 dakikalık ücretsiz öngörüşme randevunu hemen oluştur. Yarın değil bugün görüşme üzere.

  • Yas Süreci Nedir?

    Yas süreci, sevilen kişi ya da kişileri kaybetme sonrasında yaşadığımız duygusal, zihinsel ve fiziksel tepkileri barındıran acı verici bir deneyim halidir. Yas süreci, doğal bir süreçtir ve kısa bir sürede sona ermesini beklemen gerçekçi değildir. Bu sürecinde geriye dönüşler yaşayabilirsin ve bu olağan bir durumdur. Bu süreçte acı, öfke, inkar, kabul süreçlerini yaşayabilirsin. Fakat her insan yas sürecini farklı yaşar. Bu sürecinin her anını anlamak, senin çıkışı bulabilmen için oldukça önemlidir. Şimdi sana bu aşamaları basit bir şekilde anlatmak istiyorum. Yas Süreci Aşamaları Nelerdir? Yas süreci aşamaları kişiden kişiye değişmekle beraber, temel olarak 5 aşamadan oluşur. Yas sürecinin aşamalarını anladığında kendini ve sürecini daha net değerlendirebileceksin. İnkar Evresi Yas sürecinde inkar, kaybı kabul etmede zorlanman ve kaybı reddetmendir. İnkar, çoğu zaman yas sürecinin başlangıcında görülür. Pazarlık Evresi Kaybını kabul etmekte zorlanman ve bunun yerine kaybı geri getirmeye veya değiştirmeye çalışman ile karakterizedir. Bu aşamada, genellikle "keşke" veya "ne olursa olsun" gibi ifadelerle dolu olabilir. Öfke Evresi Öfke; kaybınla ilgili yaşadığın acının ifade etme yollarından biridir. Kayıp hakkında hissedilen çaresizlik, adaletsizlik veya kızgınlığı dışa vurma duygusu olarak görülür. Depresyon Evresi Kaybın getirdiği acı, üzüntü, çaresizlik duyguları ve boşluk hissi depresyonu tetikleyebilir. Bu evre de yine diğer evreler gibi doğal iyileşme sürecinin bir parçası olabilir. Fakat bu evre nispeten diğer evrelere göre kaybı yaşayan kişiyi daha kritik bir sürece götürebilir. Kabullenme Evresi Yas sürecinde, kaybınla ilgili gerçeği kabul etmeye başladığın ve duygusal iyileşme sürecinde ilerlediğini gösteren aşamadır. Artık gerçeklikle nasıl yaşamaya devam edebileceğine daha rahat bakabilirsin. Kaybın hangi evresinde olduğunu görebilmen, kendin ve çevrendeki insanlar ile olan temasınla mümkün olabilir. Her evre buradaki belirtildiği gibi yaşanmayacağı için kendini örneğin ‘ben öfke evresindeyim’ diye damgalamaman gerekir. Çünkü evreler bu sırada yaşanmayabilir. Bu süreçte ortaya çıkan olumsuz düşüncelerin ve bunu hayatı zorlaştıran davranışların izleyebilir. Kayıp sonrası yaşanan bu doğal süreç aslında bir süreliğine iyileştiricidir. Genellikle, zaman içinde hayatın normal akışına dönebilir. Yas Tepkileri Nelerdir? Bu yas sürecinde bir takım tepkiler de görebilirsin. Fakat unutmaman gerekir ki her insan birbirinden farklı yas tepkileri gösterebilir. Kaybı yaşadığın durumu sürekli hatırlama, kayba inanmaman, kendini suçlayıcı düşüncelerin, dikkat sorunların, bellek sorunların (unutkanlık), başkaları tarafından anlaşılmadığını düşünmen vs. gibi zihinsel tepkilerin, Suçluluk, pişmanlık, öfke duyma, yalnızlık, karamsarlık, terkedilmişlik, umutsuzluk, değersizlik ve boşluk hisleri vs. gibi duygusal tepkilerin, Çabuk yorulma veya halsizlik, eklem ve kas ağrıları, gerginlik, tedirginlik, uyku sorunları vs gibi bedensel tepkilerin, Kaybına ait anılardan kaçmak ile anıları görmek ve konuşmak istememek; uykunda ve iştahında değişiklikler; hissizlik ve tepkisizlik hallerin; ilaç, alkol, sigara ya da uyuşturucu madde kullanma veya kullanım sıklığını/miktarını artırma isteği vs gibi davranışsal tepkilerin görülebilir. Kendimizi duymadığımızda ve görmediğimizde, başkaları tarafından duyulmadığımız ve görülmediğimizde, ihmal edildiğimizde; travmatize olma ihtimalimiz, kayıp ve yas ile mücadele edebilmemiz zorlaşabilir. Biliyoruz ki yas patolojik ve hastalıklı bir süreç değil, olağan ve beklendik bir süreçtir. Yaşanmadığı veya yaşamadığı durumda olağan olmayan yas yani gecikmiş, travmatik veya patolojik bir yas sürecinden bahsedilebilir. Yas süreci; olağan haliyle çok yorucu bir süreçken, olağan olmadığı haliyle yaşandığı durumda hayatının bir zindana dönüşmesi kaçılmaz olabilir. Burada kayıp ve yas terapisinden bahsetmek gerekir ve bu desteğin alınması da yine kaçılmaz olması gerekir. Bundan önce sen neler yapabilirsin önce buna bakalım. Ama bu süreçte de yine yas terapisi çalışan bir profesyonelle bakabilirsin. Yas Sürecinde Neler Yapılmalı? Kendine destek kapsamında ‘yas sürecimde kendim için neler yapabilirim?’ sorusuna yanıt bulman kolay olmasa da hatta çoğu zaman aklımıza böyle bir soru gelmese de bunu yapman gerekiyor. Kendine ve duygularının yaşanmasına, akmasına izin ver. Sevdiklerinizle yan yana dur. Kaybından önce sana iyi gelebilen meditasyon, dua, spor, yoga, nefes egzersizi veya çeşitli diğer hobiler gibi işlevsel rahatlama yollarını hatırla. Eğer yoksa şimdi sana iyi geleni bul. Rutinin sarsılabildiği bu süreçte tekrar bir rutin oluşturmaya çalış. Hayat devam ediyor demek çok zor biliyorum. Fakat kayıptan sonra da yaşamın anlamını görmen sana iyi gelecek. Çünkü yaşamın anlamı bir yandan o acıyla yaşabilme halidir. Yaşamın anlamıyla birlikte geleceğe bir ışık arala. Uyku, beslenme gibi temel ihtiyaçlarını gözden geçirmenin yanı sıra öz bakımını gözden geçir. Kişisel sınırlarını bak, ihtiyacın olduğunda hayır diyebil, kendine haksızlık etme ve herhangi birini yapmak için kendini zorlama, kendine zaman ver. Sadece izin ver ve bırak aksın. Son olarak; kaybın kabulünün hemen olması mümkün değil, ne zaman bilemeyiz elbette fakat kabullenmeye de ihtiyaç var. Unutma; yaşam hem yas tutma eylemi hem de yeşertme eylemidir. Ve yas illa ki sevilen kişinin kaybından sonra değil her an geride bıraktıklarımız herhangi bir özne ya da nesnenin kaybında da yaşanabilir. Yas Süreci Ne Kadar Sürer? Her insan parmak izi gibi biriciktir, bu sebeple yas süreçleri de birbirinden farklıdır. Bu yüzden sürenin uzunluğu kişiden kişiye değişebilir. Genellikle ise yas süreci birkaç aydan birçak yıla kadar sürebilir. Ve yine altı ay ila bir buçuk yıl arasında olağan kabul edilen bu süreç elbette ki değişkenlik gösterebilir. Bu durum yaşadığın kaybın kim olduğu, nasıl ve ne koşullarda kaybettiğin, daha önce kayıp yaşayıp yaşamadığın, kayıp sonrası yaşamdaki destek mekanizmalarına göre değişebilmektedir. Her nasılsa sen ötekinden daha güçsüz değilsin ve kişiye göre değişebilen bir süreçtir. Kim kaybını her nasıl yaşıyorsa yaşasın profesyonel bir destek almayı düşünebilir. Bunları yapabilirsen de yapamasanda yas terapisi diye bir destek var. Bunu daha önce duymuş muydun? Yas Terapisi Nedir? Yas sürecin nasıl geçerse geçsin oldukça zor bir hal olduğu için kendine bakım ve iyileşme sürecine girmen elzemdir. Travmatik veya değil yas sürecine dair profesyonel bir destek alman gerekebilir. Kayba dair yaşanan derin üzüntü, yas sürecinin ızdırabı, vedalaşamama ve belki de kaybın kendisini bırakamama hali kayıp ve yas terapisi altında çalışılır. Ruhsal travma da yas sürecinin önemli parçalarından biridir. Bunun farkında olmak gerekir. Son olarak; kayıp ve yas sürecini bizlere şeffaf ve hakiki bir şekilde anlatan ve benim de yas sürecimi kolaylaştıran bir alıntıyı paylaşmak isterim. "Sevdiğini kaybedince, insanın yüreğinde kırk mum yanarmış. Sonra her geçen gün de mumlardan biri sönermiş. En sonunda geriye bir mum kalırmış. O tek mum, yaşam boyu sönmezmiş, insan ölünceye dek içinde yanarmış… ...İnsan sevdiklerini yitire yitire yaşar; yıllar geçtikçe, yanan ve sönen mumlar birbirine karışır... Öyle ki gönlünde hangi mum kimin için yanıyor bilemezsin; mumun alevinde sevdiğinin kimliğini göremezsin, yalnız belli belirsiz bir acının dumanı titreşir… ...Zaman geçtikçe acı uslanır, akıllanır, bilgeleşir; hüzne dönüşür; yara kapanmıştır; ama inceden inceye sızlar.' İlhan Selçuk - Duvarın Üstündeki Tilki En sonunda geriye kalan mum! Kendine iyi davran. Yarın değil bugün, görüşmek üzere. 15 dakikalık ücretsiz öngörüşme randevunu aşağıdaki butona tıklayarak alabilirsin. Yas Süreci Hakkında Sıkça Sorular Sorular Yas sürecine dair neler yazarsam yazayım bu süreç için yeterli gelmeyebilir. Fakat biraz olsun süreci hafifletmesine destek olur. Şimdi bu blogla ilgili merak ettiğin başka soruları da aşağıda bulabilirsin. Yas Sürecini başkalarıyla paylaşmalı mıyız? Yas sürecini başkalarıyla paylaşıp paylaşmaman tamamen sana bağlıdır. Ancak, genellikle kendini hazır hissettiğinde yas sürecini paylaşmanın faydalı olduğunu deneyimleyebilirsin. Özellikle aile, partner, arkadaş gibi yakın ilişkilerle yas sürecini paylaşman, seni de karşındakini de hafifletecektir. Birbirinizi incitmeden, yas süreci karşılaştırması yapmadan, olabildiğince dinlemeye ve anlamaya çalışmak destekleyici olacaktır. Güvendiğin başkalarıyla paylaşımda bulunman, yaşadıklarının olağan olduğunu anlamanı kolaylaştırır. Aklında bulunsun, topluluk iyileştirir. Başkalarıyla paylaştığında belki paylaştığın kişilerinde destek alma süreçlerine katkın olabilir. Yas sürecini paylaşman tamamen senin sınırların ve tercihlerinle ilgilidir. Önemli olan kendi ihtiyaçlarını ve sınırlarını anlamaya çalışman ve bu doğrultuda hareket etmendir. Bir kaybın ardından nasıl destek verilir? Kayıp yaşayan kişinin duygularını dinlemeye ve anlamaya çalışman ona söyleyecek bir şey olmasa da iyileşme sürecine en büyük katkın olur. Günlük işlerine ve rutinlerine dönmesine kendisini zorlamadan destek olabilirsin. Kendisini anlamaya çalışmakla birlikte istediği zamanlarda yalnız kalmak istemesine saygı duyman gerekir. Destek verdiği kayıp yakının sana ihtiyacı olduğunda ulaşabilmesi elzemdir. Kaybı yaşayan kişiye destek vermek bazen ‘elimden bir şey gelmese de, ne diyeceğimi bilemesem de’ burdayım diyebilmektir. Bir kaybın ardından nasıl destek alınır? Kendi ihtiyaçlarını tanıyıp, destek almanın önemini anlayabilmen ve bu yönde adımlar atabilmen önemlidir. Uygun beslelenmen, yeterli uyuyabilmen, düzenli hareketli yaşam gibi kendine iyi bakım pratikleri oluşturman hem zihinsel hem de fiziksel sağlığını destekleyecektir. Aile, partner, arkadaş gibi yakın ilişkilerden gelen desteğin hazır hissedildiğinde alınması iyileşme sürecine oldukça katkı sağlar. Yas terapisi çalışan bir terapistten destek alabilmen iyileşme sürecini destekleyecektir.

  • Zor Ekonomik Koşullarda Terapi Almak

    Zor ekonomik koşullarda terapi almak başlıklı konumuz çerçevesinde birkaç noktaya değinmek isteriz. Her birimiz yaşamımızın en az bir döneminde içinden çıkamadığımız bir durumla karşılaşmış olabiliriz. Bu gibi dönemlerde bir psikoloğa ihtiyaç duymuş fakat yüksek olan terapi ücretlerinden dolayı gidememiş olabiliriz. Terapist olmanın zorlukları... Burada ilk olarak ruh sağlığı çalışanları olan psikolog, terapist, psikoterapist, psikiyatristlerin bu işi icra edebilmek için uzun yıllar uzmanlık eğitimleri, süpervizyon ve kendi terapi süreçlerine verdikleri yüksek ücretler gelmektedir. Terapist olmak hem maddi hem de manevi olarak oldukça maliyetli bir süreç.Yanı sıra da her ne kadar terapistler yalnızca dinliyor, sohbet ediyor, susup bir şey söylemiyor’ denilebilse de bir kişiyi pür dikkat dinlemeye çalışmak, orada olabilmek, o kişinin yaşanıklarına tanıklık etmek, alınan uzmanlıklar referansıyla birtakım yöntemlerle terapiye getirilen konunun ve /veya konuların işlemlenmeye çalışılması ve daha birçok önemli noktaya emek verilebilmektedir. Buradaki kısımda özetle terapist olmak oldukça zor bir süreçtir ve hiçbir zaman bitmez. Alım gücünün düşüklüğü... İnsanların alım gücünün düşüklüğüne bakıldığında ise; psikoloğa gitmenin kolaylaşması için öncelikle bu alım gücünün artması gerekmektedir. Burada yalnızca zor ekonomik koşullarda terapi alma konusuna değinmek yeterli olmayacaktır. Sosyoekonomik durumların düşük olması, alım gücünün zorlaşmış olması da ruh sağlığını olumsuz etkileyebilmektedir. Her insan için psikolog anlayışı ile insanların ruh sağlığı hizmetine bir lüks olarak bakılmasının yerine öncelikli hizmetler arasına girmesi gerekmektedir. Meslek yasası şart... Bunun için ruh sağlığı meslek yasası şart. Meslek yasası, hem psikolojik destek veren ruh sağlığı çalışanlarının hem de psikolojik destek alan danışanların haklarının gözetilmesi için gereklidir. Bu yasa içerisine bu mesleği kimlerin yapabileceği, kişilerin yetkinlikleri, ruh sağlığı hizmetinin standartlaştırılması gibi birtakım kanunlar yer alır. Sınırların oldukça önemli olduğu bu meslekte yasası olmadığı için sınır ihlaline açık hale getirilmesi, psikolog olmayanların psikologluk yapmaya çalışması, etik olmayan ücretlerle seansların gerçekleştirilmesi, yetkin olunmayan konularda destek verilmelerin son bulması gerekmektedir. Alan ihlaline hayır... Alan ihlaline baktığımızda ise multidisipliner çalışmaya açık olmak alan ihlaline izin vermek anlamına gelmemektedir. Bu yüzden ruh sağlığı çalışanı olmayan kişilerden terapi alınmaz ve alınmamalıdır. Lütfen bir terapiye başlamadan önce kişinin lisans mezuniyetini, lisans sonrası aldığı uzmanlıkları sorunuz. Bunu sormak en doğal hakkımızdır. Terapi ücretleri yüksek olarak değerlendirildiği için daha düşük ücrette destek verebilecek ruh sağlığı çalışanları dışındaki mesleklerde yer alan kişilerden terapi almayınız, zaten orada terapiden söz edemeyiz. Online terapi desteği... Danışmanlık siteleri, merkezleri veya bireysel çalışan psikologların online seansları daha uygun olabilir. Bu destek seçeneğini değerlendirebilirsiniz ve maddi ile manevi daha konforlu bir seçenek olabilir. Ücretsiz terapi hizmeti... Ücretsiz psikolog desteğine ulaşabilmeniz için de sizlerle bir paylaşımda bulunmak isteriz. ALO 153 Çağrı Merkezi, devlet hastaneleri, belediyeler, büyükşehir belediyeleri, Sağlıklı Hayat Merkezleri (SHM), Toplum Ruh Sağlığı Merkezleri (TRSM), Şiddet Önleme ve İzleme Merkezi (ŞÖNİM), Yeşilay Danışmanlık Merkezi (YEDAM)’ne ücretsiz psikolojik destek için ulaşabilirsiniz. Son olarak danışmanlık merkezleri ve/veya psikolog hesaplarını takip edebilir, sosyal sorumluluk veya süpervizyon kapsamında zaman zaman olabilecek ücretsiz veya sembolik ücretlerle olabilecek psikolojik destek duyuruları görebilirsiniz. #ücretsizpsikolojikdestek, #ücretsizpsikolojikdanışmanlık #ucretsizpsikolog hashtaglerini de takip edebilirsiniz.

  • Şakir

    Nişanlandığım gün evimizin penceresinden içeri girdi Şakir. Yeşil mavi tüyleri ve gagasındaki siyah noktasıyla hayatımıza “evimizin muhabbet kuşu olma” kontenjanından telaşlı bir başlangıç yaptı. Ailemin gidişime duyduğu üzüntüsünün tesellisi gibiydi. Duygusal bir giriş olsa da Şakir’le aramız pek iyi değildi. Ötmekten çok isyan etmeyi seçmiş bir kuştu. Sabahın altısında ev halkını uyandırıp gecenin körüne kadar bu susmamak istikrarını sürdürürdü. Önce salonumuzun baş köşesini verdik ona sonra sesini duymayacağımız, evin en uzak köşesini. Çıkardığı sesler bir kuş cıvıltısından daha çok boğazlanan bir kuşun yardım çığlıkları gibiydi. Elimize pek konmaz kondumu da parmağımızı ısırmadan asla bırakmazdı. Kafesten çıkmaz çıktığında girmek nedir bilmezdi. Avizeye konup tuvalet ihtiyacını giderdikten sonra mutlu olurdu. Ah Şakir ne yaptın! Kör olasıca battı halı! Güzelim ipek halı… Mutlu olsun diye bir sürü şey aldık kafesine bir ara komşunun kuşunu indirdik belki arkadaşa ihtiyacı vardır diye kavga etti, zavallı kuşu hayata küstürdü. Şakir bir keresinde avizeden inmedi diye süpürge sopasıyla azıcık ittirip indirmeye çalışacaktım ki daha sopayı görür görmez çıldırmış gibi hareketler yapıp anormal bir şekilde kendini bir sağa bir sola atmaya başladı. Sonradan araştırınca öğrendik kuşlar bu tarz sopalardan çok korkarmış. Ah Şakir. Benden o günden sonra nefret etti. Zaten isyankar olan o ötüşü beni görür görmez üst boyutlu bir küfüre dönüştü. Arka odada tek başına yalnızlığında daha sakindi Şakir. Belki daha mutluydu. Sonrasında düşündüm Şakir’in hırçınlığı eski yuvasını özlediği için miydi? Bir kuş özlem duyabilir miydi? Belki de bizim kalabalığımız ona çok gelmişti. İnsanda biraz öyle değil miydi? Etrafımdaki en hırçın insanları düşündüm. Hepsinde Şakir’den bir parça buldum. Ya da Şakir’de onlara ait bir şey. Şakir bizim evimize geldiğinde artık kendini öteki gibi hissetmişti ya da biz Şakir’e öteki gibi davranmıştık. Ait olmadığımız yerde olmak, kabul görmeye çalışmak, korkularımızın üzerimize üzerimize gelmesi bizi de hırçınlaştırmaz mıydı? Hiç yuvasız hissettiğiniz zamanlar oldu mu? Travmalarınızın üzerinize bir süpürge sopası gibi geldiğini, dışlanıp bir köşeye atılmış gibi hissettiğinizi. Danışanlarımdan çok duyduğum bir tabir “Artık kendimi tanıyamıyorum…” Kendimizi tanıyamadığımız dönemlerdeki olumsuz duygu ve davranışlarımız sadece bizimle ilgili değildir. Anlaşılmamak, ait hissetmemek beyhude bir kanat çırpışına dönüşüverir. Yorgunluk, kendimizi koruma iç güdümüz, anlaşılmaya duyduğumuz arzu ve bazen de geçmişe duyduğumuz özlem ya da öfke. Yarım kalan bütün hesaplarımız… Etmediğimiz küfürler, atmadığımız çığlıklar, tüm bunları yapsak bile duyulmayan sesimiz. Geçti gitti zannederiz ama bir anda koca bir hırçınlıkla bütün zihnimizi, bedenimizi ele geçiriverir. Hayatın arka odasına atılmış hissederiz. Baş köşeden arka odaya atılmak bir kuş için iyi olsada ötekiyle kurduğu temastan beslenen bir insan için yıkıcı ve acı bir öykü olabilir. Ya da kendini Şakir gibi hissedenler için iyi bir saklanma alanı yaratabilir. Hayatın içinde Şakirler vardır. Mutlu olduğumuz anlarda aniden çıkan süpürge sopaları vardır. O süpürge sopalarını üzerimize üzerimize getiren insanlar vardır, baş köşeler, arka odalar, geniş demirli avizeler vardır. Hangi yerde durduğumuz ve hangisi olduğumuz ise zaman zaman değişir… Yaşam dinamiktir.

bottom of page